
Baba
Psikanaliz Yazıları’nda daha önce “Erkeksilik”, “Psikanaliz ve Aile” sayılarında baba dolaylı olarak ele alınmıştı, bu defa 48. sayımızda “Baba” konusuna doğrudan odaklanacağız.
Freud, kuramında babayı ruhsal işlevleri açısından ele alır. Histeri Üzerine Çalışmalar’dan başlayarak, Düşlerin Yorumu; Totem ve Tabu, Musa ve Tektanrıcılık gibi çeşitli çalışmalarında babanın bireyin ve toplumların oluşumu ve gelişimi üzerindeki işlevini ortaya koyar.
Freud, ruhsallığın gelişiminde babayı Oedipus süreci bağlamında ele alır; babanın anneyle bebek arasındaki ikili ilişkiye üçüncü olarak dahil olduğunda bebeği okyanusvari duygudan (sınırsız ve geniş evrende kendini yitirme halinden) çekip aldığının ve birincil narsisizmin kapalı sisteminden onu kurtardığının altını çizer, “Babanın korumasına duyulan gereksinime benzer güçte bir başka çocukluk gereksinimi düşünemiyorum” der. Ödipal üçgenin oluşmasıyla baba, anne çocuk ikilisinin arasına girerek onları ayrıştırır, çocuğun ruhsallığında üçlü ilişkilere kapı aralar. Annenin düşleminde aşık/sevgili olarak konumlanan baba, onu annelik görevinden bir süreliğine uzaklaştırarak tekrar kadın olmaya davet eder ve bebeğin anne ile ilişkisinde ikili deliliğin önünde bariyer olur. Çünkü bebeğin arzuları sınırsızdır ve bir çerçeveye ihtiyaç vardır.
Babanın, anne bebek ikilisine getirdiği çerçeve ve ensest yasağını inşa ederek dürtü kontrolünü sağlar, böylece üstbenliğin, ahlaki değerlerin ve vicdanın gelişimine, içselleştirilmesine olanak verir. Babanın otoritesinin sağladığı çerçeve, aynı psikanalitik süreçte yaşandığı gibi, ikili ilişkinin gerileyebileceği sınırı belirler. Babanın üçüncü olarak sahnedeki yerini alması, anne ve çocuk arasındaki sembiyotik ilişkinin çocuğun ayrılma ve bireyleşmesi yönünde ilerlemesini sağlayacaktır. Araya giren baba yarattığı yoksunluk ve engellemeyle bebekte düşüncenin gelişimini başlatacaktır. Babanın, fiziksel, ruhsal ve simgesel varlığı veya yokluğu bireyin ruhsallığının oluşumunda ve gelişiminde çok etkilidir, yasağı/yasayı getirerek toplumda ve bireysel ruhsallıkta adaleti kurar, haz ilkesi ve arzuların doyumunu yasaklayarak gerçeklik ilkesini işaret eder. Freud sonrası kuramcılar, erken dönem nesne ilişkilerine ağırlık vermişlerdir. Belki bu nedenle bir düzeyde babaya daha ziyade somut işlev açısından bakmışlardır. Bebek için ikinci önemli nesne olarak sahnede yerini alan baba, bebeği için çevresel koşulları hazırlar. Anne bebeğinin fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarına yeterince iyi uyum sağlamakla meşgulken, baba bu uğraşı kesintiye uğratmamak için dış dünyadaki sorumlulukların bir kısmını anneden alır. Baba, anne-bebek bağının kurulmasını sekteye uğratacak etkenlerin, yer değiştirme ve ritim bozukluğu yaratacak durumların önüne geçerek, zaman ve mekânda onları konumlandırandır.
Yeni doğan nasıl ki hayatın acemisiyse ve tek gayesi hayatta kalmaksa anne baba da yeni doğan ebeveynlerdir. Bebekle yaşamayı, bebek sayesinde adım adım öğrenirler. Kuşaklardan aktarılan babalığın yanı sıra, baba çocuğuyla bu bağı her gün dikkatle inşa ederek kazanır, doğumdan itibaren çocuğa verilen bakıma katılarak bunu sağlar.
Anne zihnindeki arzuladığı, aşık olduğu sevgiliyi/babayı bebeğine işaret eder; söz öncesi dönemde anne bebeğiyle duygular aracılığıyla iletişim kurar, kelimeler devreye girince bebeğin temsilleri sözcüklerle birleşir ve bebek babanın yasasıyla biçimlenen dili kullanmaya başlar. Bu, babanın özdeşleşme ve sembolleştirmeye alan açan bir diğer işlevidir; bebeği soy zincirine, kuşaklara, sembolik düzene, topluma ve kültüre kaydetmek. Babanın dahil olmasıyla bebeğin nesnesi de bir iken iki olacak ve böylece iki temel nesne arasında salınabilecektir.
BEHİCE BORAN