Söyleşiler III Janine Puget

Hazırlayanlar: Barış Özgen Şensoy, İlker Özyıldırım

 

Söyleşi Soruları

 

Aşağıda toplumsal düzeyde gerçekleşen 'olağanüstü' durumlara ve travmatik yaşantılara psikanalitik bağlamda nasıl yaklaşılabileceğine ve etkilerinin ne şekilde anlaşılabileceğine yönelik bazı sorular hazırlanmıştır. Soruları deneyimlerinize dayanarak olabildiğince genel ve soyut biçimde yanıtlamanızı tercih etmekteyiz.

 

  1. Toplumsal düzeyde gerçekleşen travmatik etkileri bireysel düzeyde düşünürken ve daha çok hangi kuramsal kavramsallaştırmalardan yararlanmaktasınız?

 

  1. Toplumsal düzeyde gerçekleşen 'olağanüstü' durumların analitik çerçeve üzerine ne tür yansımaları olmaktadır; bu yansımalar karşısında genel olarak nasıl bir anlayış ve tutum geliştirmektesiniz?

 

  1. Toplumsal düzeyde gerçekleşen travmatik olayları takip eden süreçlerde dayanışma ve gönüllülük vurgusu taşıyan, ve bazen ücretsiz, psikanalitik çalışmalar yapılabilmektedir. Böylesi bir bağlam içinde gelişen çalışmaların analitik sürece, aktarım karşı aktarım dinamiklerine yansımalarına dair gözlemleriniz nelerdir?

 

  1. Toplumsal düzeyde gerçekleşen 'olağanüstü' durumların ve travmatik etkilerin içinden geçerken bu yaşantıların analitik 'duyum', 'duruş' ve 'tutumlarınızda' ne gibi etkileri olmaktadır?

 

  1. Toplumsal düzeyde gerçekleşen travmatik olaylar bağlamında ruhsal gerçeklik ve dış gerçeklik, düşlem ve gerçek, aktarım ve hakikat çiftlerinin ilintileri ekseninde yeniden düşündüğünüz ve değerlendirdiğiniz noktalar olmakta mıdır?

 

 

 

JANINE PUGET: "Bizi hayrete düşüren şimdinin etkilerini fark etmemizi sağlayan dünyanın sıvı bir dünya olduğunu, hareket halinde olan kumlar üzerinde yaşadığımızı bilmeliyiz. Bu beklenmedik etkilere dayanabilmeliyiz."*

 

Çeviren: Tuğçe Acemoğlu

1.

Şunu söyleyerek başlamak isterim, referans olarak kullandığım çerçeve şu hipotezlere dayanmaktadır: Öznenin –ki burada iç dünyanın öznesinden bahsediyorum–, bir öteki onun için nesne-özne iken kendini oluşturması esnasında yaşananlar ile farklılığını ortaya koymuş bir öteki veya ötekiler ile olan ilişkilerde kendisini oluşturduğu zaman arasındaki farkı anlamak gerekmektedir. Öznel yapılanmayı bu iki farklı şekilde düşünmek veya sadece özne olmanın ve bir özneye dönüşmenin ne ile ilgili olduğunu düşünmek, kendilerini belli etmeden, üst üste binen bağlamlar oluşturarak gerçekleşir.

Birinci durumda öteki her zaman bir aktarım nesnesidir ve bir bakıma farklılığının bir kısmını kaybetmektedir. Bu, ilk nesne ilişkilerine bağlı olan bir ruhsal çalışmanın ürünü olarak düşünülebilir. Diğer durum ise, içinde var olmak suretiyle her birinde bir özneye dönüşülen çeşitli ilişkilerin içinde bulunabilmeyi, her bireyin farklılığı ile bir arada durabilmenin ve onları birbirinden ayıran –benim deyimimle– 'radikal farklılığın' (difference radicale) getirdiği engele katlanabilmeyi beraberinde getirir. Gerçeğe katlanabilmek gerekir. Bu, her defasında yeni araçlar gerektiren yeni bir çalışma olacaktır. Bu öznel yapılanma alanlarının her biri, kendine özgü değişken mantıksal yapıların bir sonucudur. Bu durumda, öteki her zaman özdeşleşme düzeneklerinin devreye sokulmasıyla bağlantılı olarak oluşan bir nesnedir; diğerinde ise özne, kurduğu ilişkiler içerisinde ötekinin veya ötekilerin farklılığından bir şey eksiltmeden özne olmaktadır.

O zaman, ona nasıl yaklaşacağımı bilmek için, şimdiki zamanın huzursuzluğunun kendisini nasıl ifade ettiğini ve öznel yapılanmanın bir veya başka bir bağlamda hangi gösterenleri barındırdığını anlamam gerekir. Şu fikri savunmayı sürdürüyorum: Bu bağlamların birbiriyle karıştırılmaması, öyleyse, gerçeklikte olup bitenin her bir birey için bir iç dünya metaforu olarak düşünülmemesi çok temeldir. Bununla birlikte, travmatik bir olay olduğunda, -bu şekilde yaklaşmak olayın azımsanamaz ve beklenmedik etkilerini önleyebilirmiş gibi- hastalarımıza yardımcı olacak olanın, bu olayın onların iç dünyasında uyandırdıklarını tanımak olduğunun söylendiğini de çok sık duyuyoruz.

Sorunuzu düşünürken bunlardan bahsettikten sonra şunları söyleyebilirim: Şüphesiz, toplumsal travmatik bir olayın özne üzerinde etkisi olacaktır ancak bu sadece olayın öznenin iç dünyası ve geçmişinde olan olayları uyandırmaları sebebiyle değil, aynı zamanda bu olayın kişinin toplumsal aidiyet hissinde, bağlarında yarattığı sarsıntılar sebebiyle de olacaktır ve -bağların oluşumunu anlamada temel olduğunu düşündüğüm- "belirsizlik ilkesi"ne (principe d'incertitude) bağlı kaygıları tetikleyecektir. Bu sonuncusu her zaman çeşitli tepkilere yol açma potansiyeline sahiptir. Dünya belirsiz ama özneler bu belirsizliğin onları etkilemediğine inanmaya veya inanmak istemeye meyilli. Bu, sanki her birimizin, beklenmedik travmatik bir olay olduğunda çöken yanılsamalı bir bağışıklık gösterdiğine inanmak gibi. Travmatik bir toplumsal gerçeklik karşısında, bir ‘şimdi’ kendini zorla kabul ettirir ve bunun her bir bireyin geçmişi ile hiçbir ilişkisi olmaz. Şüphesiz ki, gerçekleşen olayı her bireyin kişisel geçmişinden bir şeye bağlamak mümkündür ancak bu, determinizm kuralları çerçevesinde veya ilişkilerimizin karmaşıklığı içerisinde olmayacaktır.

 

 2.

Önemli olayların çerçeve üzerinde bir etkisi olduğu çok açık ancak bu, her zaman çerçeve üzerine düşünmeye alışık olduğumuz şekilde değil. Çerçeve, Freud’dan itibaren içinde bulunulan çağa bağlı olarak çok farklı şekillerde düşünüldü. Ya analizin koruyucusu olarak -hatta analizin gerekli bir şartı olarak- ya da analizin dilsiz taraflarını görmemizi sağlayacak bir araç olarak, vs. Bugün bir çoğumuz, skype gibi aracılar, bireysel olduğu kadar çift, aile veya grup analizi gibi farklı düzenlemeler kullandıkça, çerçevenin Freud tarafından anlaşıldığı şekilde, hastalarımızın çatışmalarına ulaşmamızı sağlayacak araçlar gibi daha önce sahip olduğu yere sahip olmadığını gözlemliyorum.

Yavaş yavaş, çerçeve kavramının yerine, bir ilişki oluşurken ortaya dökülen unsurların niceliğini açıklamayı sağlayan düzenleme (dispositif) kavramını koydum. Düzenleme (dispositif) Foucault’nun, her biri bağ oluşumunda etkili olan çeşitli unsurların ilmek ilmek belirli bir şekilde bir araya gelmesiyle meydana getirilen ağ anlamına gelen bir kavramıdır. Kuralları olan sabit bir çerçeveden değil, sürekli olarak değişen ve içinde birbirinden farklı unsurlar -sözel, sözel olmayan, çeşitli söylemler, kurumlar, yasalar, politik ölçütler, felsefi önermeler, değerler, vb.- barındıran bir bütünün birleştiği bir bağlamdan oluşur. Bu bizi, analist sadece bir aktarım nesnesi değil de aynı zamanda her bir hastasıyla bağ kurmuş olan bir özne olduğu için, analistin tarafsızlığını temel eksene almadan çalışabilmeye götürür.

 

 3.

Dayanışma konusu ile gönüllülük konusu birbiri ile aynı şeyler değil. Ancak bununla birlikte, bazen korumacılık ile de karıştırılabilen dayanışmanın ne ile ilgili olduğunu keşfedebilmenin çok temel olduğuna inanıyorum. Dayanışma, duruma bağlı olan değerler üzerine temellenen ve zaman içerisinde değişen, sürekli bir inşa olabilmelidir. Ancak bunun ücret ile bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Profesyoneller hiçbir ücret almadan da çeşitli aktiviteler yapıyorlar, çünkü bu sayede kendilerini sorumlu vatandaş olarak hissediyorlar, ki bu da dayanışma ile birlikte devreye giren bir eylem olarak düşünülebilir. Aynı zamanda, bir ilişki içerisinde ücretlendirme olduğu zaman da dayanışmadan bahsedilebilir. Aktarım karşı aktarım alanından gelenlerle öteki veya ötekiler ile bir arada bulunabilme yollarının, yani iki veya daha fazla özne arasında olanların, birbiriyle karıştırılmaması gerekir. Şu bir gerçek ki, travmatik bir olay birçok sefer günümüzde de kullanılan psikoterapötik çalışma alanları oluşturmuştur. Bu durumda dayanışma, muhtemel araçlardan bir tanesidir.

 

 4.

Olağanüstü olaylar olduğunda bunlardan etkileniyor olduğumuz çok açık ama bu her zaman hastalarımızın etkilendiği şekilde olmak zorunda değil. Bazen hastanın bizden çok farklı şekilde düşünmesine dayanmak zor olabilir ancak aynı zamanda, bizim gibi düşünmesinin daha kolay olduğuna inanmak da tehlikeli. Herhangi bir bağa içkin olan radikal farkı ortadan kaldıracak her türlü şey, olaylar özneye farklı kayıtlara dayanabilmeye izin vermeyen bir yoğunlukta olduğunda gerekli olabilir. Ve o andan itibaren, tek olasılığın aynı şekilde düşünenlerin bir araya gelmesinin olduğu düşünülebilir.

 

 5.

Aslında, travmatik olayların etkilerini gözlemlemeye başladıktan sonra kendi kendime çok fazla soru sormaya başladım. İlk başta, hastaların olayların kendisinden çok bahsetmediğini gözlemlediğimde şaşırdım, çünkü olanlar üzerine hiçbir şey yapılamayacağı için bu tarz yorumların analizle ilgili olmayacağını düşünebiliyorlardı. Elbette bu tedirgin ediciydi ve acilen kendi kişisel çatışmalarımız dışında, yani iç dünyamızın dışında, kendini zorla ortaya koyan gerçekliğin meşgul ettiği yeri tekrar düşünebilmemizi gerektiriyordu. Determinizmin kurallarına uymuyorlardı. O zaman, söylemeye başladığım gibi, öznel yapılanma bağlamlarını birbirinden ayırmaya ve dış gerçekliğin bireysel bir ruhsal aygıt üzerinden düşünülebileceğine inanmamaya başladım.

Bu şekilde, toplumsal özne ile bireysel özneye ait olanları birbirinden net bir şekilde ayırabilmeye başladım. Bu, hastaların veya bizlerin, her özne yapılanmasına özgü etkilerden kaçınabileceğimizi ne kadar sık düşündüğümüzü fark etmeme olanak sağladı. Her birimizin ruhsal gerçekliği bir şey, toplumsal gerçekliğin her birimizde tetikledikleri ise başka bir şey. Burada söylemek istediğim şu: ‘Şimdi’nin güçlü bir tarihsel determinizm üzerinden düşünülebileceğini düşünmüyorum; bizi hayrete düşüren şimdinin etkilerini fark etmemizi sağlayan dünyanın sıvı bir dünya olduğunu, hareket halinde olan kumlar üzerinde yaşadığımızı bilmeliyiz. Bu beklenmedik etkilere dayanabilmeliyiz. O zaman, tarihsel determinizm üzerinden çeşitli şeyleri anlamlandırabiliyorduk, aynı zamanda bunları karmaşıklık, öngörülemezlik, vs. üzerinden de yapabilmeliyiz. Toplumsal düzeyde gerçekleşen travmatik bir olay çeşitli hatıraları, vs. uyandırabilir ve hastanın iç dünyasına dalmasına neden olabilir, ancak bu bazen sadece bilinmeyenin etkilerinden korunmanın bir yoludur.

 

 

Fransa doğumlu, Arjantinli psikanalist. Arjantin askeri cuntası döneminde işkence gören ya da yakınlarını kaybeden kişilerle çalışmış; işkence, devlet terörü ve toplumsal baskının öznel, öznelliklerarası ve öznelliklerötesi (transsubjektif) etkileri üzerine yazılar yayınlamıştır.

 

 

** Psikanaliz Yazıları’nın Bireysel ve Toplumsal Travmalar I başlıklı 34. sayısında (İlkbahar 2017) yayınlanan bu söyleşilere katkı sunanlara ve bize bu paylaşım olanağını yaratan Psikanaliz Yazıları Yayın Kurulu ve Bağlam Yayınları’na teşekkür ederiz.