Sembiyoz

Sembiyoz

Psikanalitik düşüncenin tarihi histeri üzerine çalışmalar ile başlarken, semptomların simgesel özelliğini keşfetmek Freud’a kuramın kapılarını açmıştı. Çocuk cinselliği en önemli rolü oynuyor, çocuğu anne-babasıyla ilişkide “arada” bırakıyordu. Çocuk annesini mi yoksa babasını mı arzulayacağı ve hangisiyle özdeşleşeceği sorununu çözmekten uzakta kalıyor ve genital dönem sonucunda yetişkin cinselliğinin devreye girmesiyle semptomlar üreterek çatışmalarına bir uzlaşma zemini arıyordu. Ödip öncesi cinselliği ise Freud, gelişimi tanımlarken psikoseksüel evreler vasıtasıyla tanımlar. Bir diğer yandan, Dora’nın çocukluğunda parmak emmesi ile ergenliğindeki sinirsel öksürüğü1 arasında kurduğu bağlantıda olduğu gibi klinik görüngüleri, semptomları açıklamak için kullanır. Otoanalizinde rüyalarını yorumlarken, hatıralarıyla bağlantılarını kurabilmek üzere ulaşabildiği zaman dilimi ödipal dönemdir. Bundan 15 yıl kadar sonra birinci yerleştirme ile kuramını zenginleştirdiğinde, ruhsal mekanizmayı da tanımlamış olur. Metapsikoloji, kuramının en merkezi konumundadır. Bastırma ve nevrozlar ön plandadır. Zaman içinde psikoseksüel evrelerin ve metapsikolojinin açıklayıcı gücüne yapılan yatırım, daha çok ödip öncesinde anne ve bebeğin ikili ilişkisindeki nesne ilişkileri kuramlarının getirdiği anlamlara doğru kaymıştır. Neredeyse Freud zamanında diyebileceğimiz bir dönemde, 1939 yılında Alice Bálint anne bebek ilişkisini o güne kadar pek düşünülmemiş bir açıdan irdelemiş, ilişkinin kaynaşık karakterini açıklamaya çalışmıştır. Sembiyoza dair bu en erken düşünceleri içermesi açısından kıymeti olan bu makaleye elinizdeki sayıda yer verilmiştir. Nesne ilişkisi kuramlarını benimseyen kuramcılar bebeğin en erken döneminde kaynaşıklık, dolayısıyla nesne ilişkisinin bulunmadığı, bebeğin anneyle iç içe hissettiği bir dönemin olup olmadığı üzerine iki ayrı görüşü benimserler. 

Bugün sembiyoz kavramına duyulan ilginin azalmış olması, kavramın kuramsal temsilcisi olarak öne çıkan Margaret Mahler’in kuramına duyulan ilginin kaybedilmesiyle ilgili görülebilir. Bu ilgi kaybı temel olarak iki nedenle açıklanabilir. Birincisi kuramının metapsikolojiyle ilişkisinde bazı boşluklar barındırmasıdır. Buna dair bir değerlendirme bu sayıda Athanasios Alexandridis’in makalesinde bulunabilir. Diğer bir ana neden M. Mahler’in, Daniel Stern’ün “karşı” çalışmalarına yeterli yanıtı verememiş olmasında yatar.2 Bunun yanı sıra sembiyoza ilişkin çok farklı bir kuram geliştiren Josè Bleger ise İngilizce konuşan psikanalistler dünyasında güçlü bir yer bulamamıştır. Sembiyoz, vaka tartışmalarında, sempozyumlarda çeşitli şekillerde dile gelerek psikanalistlerin zihinlerindeki varlığını korusa da, üzerine klinik çalışmalar yapılan, kuramsal olarak tartışılan bir kavram olmaktan çıkmıştır. Bu noktada kıymetli olduğunu bildiğimiz bu eseri, José Bleger’in “Sembiyoz ve Muğlaklık” adlı kitabını, İstanbul Psikanaliz Derneği’nin, Ayça Gürdal Küey’in yayın yönetmenliğini yürüttüğü yeni kitap dizisi olacak “Psikanaliz Seçkileri”nin ilk kitabı olarak basım aşamasına geldiğimizi duyurmak isterim.3 Kitabı yayına hazırlayan Elda Abrevaya, bu sayı için kaleme aldığı yazısında, kitap üzerine yaptığı okumayı bizlere kendi zihninin zenginliklerinden geçirerek aktarıyor. Diline alışmaya ihtiyaç duyduğumuz J. Bleger’i kendisine özgü bir yaklaşımla anlatırken, onun getirdiği yeni kavramlara da açıklık katmış oluyor. Kitapta ayrıntıları paylaşılan vaka örneklerini yorumlayarak anneye olan bağımlılığın ona duyulan haset ve rekabet duygularıyla yüzleşmeyi engellediği ve bu duyguların içe yansıtılmalarıyla ortaya çıkabilecek yoğun kaygıya karşı koruduğu fikrini ele alıyor. Her nevrozda gizli kalan psikotik yan ve her psikozda gizli kalan nevrotik yanın keşfinin önemini vurguluyor.

Hande Kılınç Kunt “Sembiyoz ve Yaratıcılık” başlıklı makalesinde okuyucuya Bleger'in sembiyoz kavramını ve yaratıcılığın kökenindeki duygu ve düşünceleri, sanattan/edebiyattan ve klinikteki çalışmalarından kesitler getirerek hissettiriyor. Başta J. Bleger olmak üzere çeşitli kuramcıların ele aldığı “çerçeve” kavramı ve bu sayının konusu “sembiyoz” kavramı başta olmak üzere çeşitli psikanalitik kavramlar, bu yaratıcı dinlemede yararlanılan zengin kaynaklar olarak sunuluyor. Ali Algın Köşkdere ise yazısında, kaynaşma ve karışma hallerini farklı yönleriyle ele alıyor. Diğer yandan bu görüngüleri travmatik deneyimler ile ilişkisi içinde, klinik örneklerin katkısıyla, Freud, Ferenczi, Winnicott ve Akthar’ın yanı sıra J. Bleger’in kavramları yardımıyla tartışıyor. Kişiliğin muğlak yanını tetikleyen travmaların ortaya çıkardığı kaynaşma ve karışmaları 6 Şubat Depremi sonrası hastalarında gözlemledikleri üzerinden tanımlıyor.

Sembiyoz kavramı üzerine çalışmak söz konusu olunca en zengin inceleme alanlarından birisini çift ilişkileri oluşturuyor. Yakın ilişkilerde var olan aktarım, yansıtma, yansıtmalı özdeşleşme gibi ilişkisel mekanizmaları harekete geçiren dinamikler en yoğun şekilde çift ilişkilerinde gözlemlenebilir. Çift çalışmalarına hem klinik hem akademik olarak önemli bir yatırımı olan Gülenbaht Şentürk, bu sayı için, çift ilişkilerini sembiyoz kavramı çerçevesinde ele aldığı bir yazı hazırladı. Sembiyozun çift ilişkisinde oluşturduğu dinamikleri, çift ilişkisinde yaratıcılık, tatmin ve gelişimin, psikanalitik çalışma ile eşlerin birlikte oluşturdukları ara alanı fark etmeleri ve işlemeleri sayesinde mümkün olabildiğini ve analistin üçüncü konumda yer alarak çiftle birlikte bu ara alanda nasıl çalıştığını kuramsal ve klinik örneklerle bize gösteriyor. Bu sayıya yaptığı değerli katkıda Athanasios Alexandridis, sembiyoz kliniğindeki çalışmalarını ve M. Mahler, F. Tustin ve D. Meltzer’in “çocuk psikozu” ışığında üç büyük “sembiyoz” kuramıyla ilgili kavrayışını aktarıyor. Psikanalist olarak "arkeoloji" kavramını benimseyerek yürüttüğü klinik çalışmalarında, “ruhsallığı icadı”nı besleyen kuramsal zeminle ilişki kurmamıza yardımcı oluyor. Ben ise bu sayıda, Freud’dan itibaren psikanalitik düşüncede hayatın başlangıcındaki bir kaynaşıklık, nesnesizlik durumunun nasıl ele alındığını, bu kaynaşıklığın sembiyoz kavramına evrilmesini genel çerçevede sunarak, yazımı J. Bleger’in özgün katkılarını getirerek tamamlıyorum. Böylece sembiyoz kavramına düşüncemizde yeni bir yer açıp açamayacağımızı irdeliyorum. Bu dosyanın tüm yazarları da bu geride bırakılmış kavrama düşüncemizde hali hazırda bir yer açmış oluyorlar.

Kaynakça Bleger, J (Yayın aşamasında) Sembiyoz ve Muğlaklık: Psikanalitik Bir İnceleme, Çev. Aylin Deniz Ülkümen, Bağlam Yayınları, İstanbul. Erten, Y. (2020) “Sunuş”, Mahler, M., Pine, F. & Bergman, A., İnsan Yavrusunun Psikolojik Doğumu, Metis Yayınları, İstanbul. Freud, S. [1905] “Bir Histeri Olgusunun Çözümlenmesinden Parçalar”, Çev. Ayhan Eğilmez, Olgu Öyküleri I, Payel Yayınları, İstanbul, 1998.

AYŞENUR BAY AYTEKİN

}