Ses

Ses

Psikanaliz Yazıları’nın bu sayısının dosya konusu: “ses”. Ses, bebeğin daha anne karnındayken işiterek dünyaya geldiği, anlamı ise sonradan anne sayesinde verebildiğidir. Bu anlamda ses kapsayan, çevreleyendir. Ruhsal bütünlüğü sağlamada, kendilik hissinin ortaya çıkmasında, nesne ilişkilerinde, düşünme kapasitesinin erken evrelerinde ses merkezî roldedir. Tanıdık gelen ilk ses annenin kalp ritmi (ve fetüsün kalp ritmi), annenin organlarının sesleridir. Bebek doğumdan çok önce annesinin sesini tanır. Doğumla birlikte, annenin sesinin ritmini, tonlamasını, sesinin değişimlerini ayırt etmeye başlar.

 

D. Anzieu, psikanaliz kuramına sesin yaşamın başlangıcındaki anlamı hakkında önemli kavramsallaştırmalar ve katkılar getirmiştir. Anzieu, ses zarını deri-benin ön şekli olarak tarif eder. Annenin bebeğin sesini ona aynalamasını “ses aynası” olarak tanımlar. Anzieu, erken dönem bir ses aynasının ya da işitsel sessel bir derinin varlığına ve bunun ruhsal aygıtın anlamlandırma ve simgeleştirme kapasitesini kazanmadaki işlevine vurgu yapar. Böylece Winnicott’un tanımladığı yanılsama alanına giriş yapmasını sağladığını belirtir. Anzieu bebeğin anneyle ses içindeki birlik haline ses banyosu adını verir; annenin melodi banyosu yaratarak bebeği hayatla doldurduğunu ve ona bir kimlik verdiğini söyler. Ses hem dışarıdan içeriye gelen hem de bedeni doldurandır. Bu özelliğiyle ses hem narsisizmle hem de nesne ilişkileriyle bağlantılıdır.

 

Suzanne Maiello ise, erken işitsel algı ve deneyim arasındaki eksik bağlantıya bakar, ilk fiziksel birliktelikten zihnin ortaya çıkışı ve ilk farklılaşma anlarının işitme boyutuyla ilişkili olduğunu öne sürerek şöyle söyler: “İşitsel deneyimler, ki bunların kökleri doğum öncesi döneme kadar uzanabilir; somut somatik deneyimlerden görsel imgelerle ilişkili simgesel zihinsel etkinliğe doğru uzanan bir sıçrama köprüsü olarak görülebilir... ilk olarak bütünüyle annenin sesi olabilir bu ses.”

 

Maiello, doğmamış çocuğun anne sesini işitsel algılamasının -ki bu sesi aktif olarak dinler ve kalp atışlarında ve uyanık haldeyken de embriyotik hareketlerde bir artışla ona tepki verir- doğum öncesi bebeğin bir “öteki”nin ve genel olarak “ötekiliğin” varlığına dair ilk deneyimi olarak görülebileceği hipotezini öne sürmüştür. Onun, ne sesin varlığı veya yokluğu ne de sesin duygusal ve zihinsel niteliği üzerinde bir kontrol gücü olmadığını söyler. Bu bağlamda, doğum öncesi işitsel deneyimin zihnin ilk etkinliği ve belleğin fiili başlatıcısı olarak geldiğini; bunun da yeni doğanın annesinin sesini nasıl seçebildiğini açıklayabildiğini ileri sürer. Ve bunu ses nesnesi olarak adlandırır.

 

Fetus 4.- 5. aydan itibaren, annesinin seslerine karşılık gelen sıklık ve aralıkta orta ve yüksek sesleri algılar. Annenin kalp atımları, solunumun ritmi ve sindirim sesleri çok erken dönemde algılanır. Doğmamış çocuk sadece annesinin sesini duymaz aynı zamanda onu etkin şekilde dinler. Annesinin dilinin ritmik ve melodik öğeleri ve anne sesinin kişisel geçişleri (yükselip alçalmaları) vurgu ve tonlamaları bebeğin belleği tarafından alınır ve algılanır.

 

Doğmamış bebek annesinin sesini duymak ve dinlemekle kalmayıp onun bireysel ve kültürel özelliklerinin izlerini de depolama yeteneğine sahiptir. Bununla da bireyin yetişkin yaşamında içselleşmiş süreçlerin bazı biçimlerinin (işitsel deneyimin, içinde gelişebileceği ilişkisel ve duygusal çerçevenin) doğum öncesi başlamış silsile içinde yerleştirilmiş olduğu anlamına geldiğini ekler Maiello.

 

Ses bazen de kesintilere uğrar, yok olur, bu da bebeğe boşluk deneyimi yaşatabilir; bu boşluk alanı düşüncenin ve dilin gelişebilmesine olanak tanıyacaktır. Nesnenin kaybı, oluşturucu bir kayıptır. Nesne ve onun temsili arasındaki farkı oluşturmanın yolu nesnenin kaybıyla, dolayımsız ilişkiden vazgeçmekle mümkün olur. Kaybı adlandırmak, ruhsal gelişimin bir basamağı olarak gereklidir. Bion, memenin yokluğunun düşüncenin gelişebilmesi için gerekliliğinden bahsederken, Maiello bu yokluğun daha rahim içinde başlayarak sesin varlığı ve yokluğu ile oluştuğunu söyler.

 

Sesin kesintileriyle yaşanan boşluk, dış nesnelerden gelen duyusal bilgileri dönüştürmeye ve düşüncenin gelişimine olanak sağlar. Bu durum Bion’un, alfa işlevi kavramını akla getirir, anne bu işlevi sayesinde, bebeğin anlamlandıramadığı beta unsurları (sesler, duygular gibi) kendinde toplar, düşünür ve bunları bebeğine geri gönderir. Bebeğin birincil deneyimleri anne aracılığıyla düşünülebilir hale dönüşür, duyguları düzenlenir. Gelişimin bu aşamasında bilinçdışından bilinçdışına aktarılan ve anne tarafından yorumlanarak bebeğe geri gönderilen sesin ve ritminin ahengi önemlidir.

 

Ses varsa ritim de vardır ve ritim sadece müzik alanında değil hayatımızın doğasında da var olandır. Çeşitli aletlere vurarak çıkarılan, düzenli ve akıcı sesler ritmi oluşturur. Ritim iki ses arasındaki boşluktur. Ritmin bozulduğu veya akışının durduğu yerde yaşam da bozulur ve hatta biter. Hareketin durması, akışın kesilmesi, ritmin durmasıdır. Temel güven duygusu tutarlılıktan beslenir. İnsan ruhsallığı yaşamın başlangıcından itibaren kendisinde yer etmiş deneyimlerin toplanmasını, tutarlılığını, devamlılığını ve istikrarını kolaylaştıracak nesne ya da nesnelerin peşindedir. Yeterince iyi ve tutarlı olmanın bebeğe bakım vermek ve yetiştirmek açısından önemini psikanalistler olarak biliriz, annenin bebeği “tutması” ve “yeterince iyi anne”lik yapabilmesi de temel güven duygusunu oluşturacaktır. Bu durum güneşin her sabah doğacağına olan güven, güneşin ritmik hareketinin tutarlılığına olan güven gibidir, ana ritimdir. Evrenin ritmi bedende de aynı şekilde işler, kalp atışlarında ritm bozukluğu görüldüğü zaman tehlike var demektir. Bedendeki tüm diğer ritimler de onunla birlikte bozulur, aynı şekilde doğada var olan bir ritmin bozulması, diğerlerinin bozulmasını beraberinde getirir.

 

Psikanalizde ses ve söz, sessizlik ve dinleme vardır. Ogden’e göre “analist ve analizan, iki kişinin bilinçdışılarının temas ettiği yerden gelen seslerle, konuşmanın şartlarını beraber oluştururlar. Bu çerçevede analistin ve analizanın sesi; aynı ses değildir, fakat iki ses de belli bir dereceye kadar ortak bir alanda beraber kurulmuş bir bilinçdışı deneyimden hareketle konuşurlar.” Bu da analitik üçüncüdür. Analist ve analizan arasındaki bilinçdışı ses ve müzik hem geçmişe hem de geleceğe doğrudur. Belki de bu anlamda analitik yolculuğun, bu ritme kulak vermek, odaya karışan her türlü ses ve sessizlikler içinden ondaki aksaklık ve kesiklikleri dinleyip, yeniden bir ritim bulmayı sağlamaya çalışmak olduğunu söyleyebiliriz.

 

BEHİCE BORAN

 

 

içindekiler

sunuş presentation  BEHİCE BORAN

önsöz EVREM TİLKİ

ses nesnesi üzerine düşünmek: psikanalitik süreçte erken travma ve işitsel anılar SUZANNE MAIELLO / ÇEVİREN EVRİM ERTEN, GÜLCAN AKIRMAK

sesten kundak FUNDA AKKAPULU

nesne arayışında gürültüler ve sessizlikler JEAN CLAUDE ELBEZ / ÇEVİREN GİZEM ERKAY SALA

organlar gürültülü çalıştığında TEVFİKA İKİZ

dinleyen beden LUDOVICA GRASSI / ÇEVİREN ELİF TAŞYÜREK, EVREM TİLKİ

analitik bir prelüd HANDE KILINÇ KUNT

pandemi sürecinde müziğin insan ruhsallığındaki işlevine dair düşünceler ÖZGE GÜDÜL

ses ile gürültü arasında: bir duysallık biçimi olarak death metal BARIŞ ÖZGEN ŞENSOY

genco erkal, direnişin sesi  FİLİZ TORUN

dosya ötesi 

psikanalitik terapinin geleceğine dair beklentiler  SIGMUND FREUD / ÇEVİREN BARIŞHAN ERDOĞAN

bağlayıcı, bütünleştirici ve anlamlandırıcı bir potansiyel olarak inşaların psikanalitik çalışmadaki yeri YÜCEL YILMAZ

}}}}}